11.SINIFLAR

LİSE TARİH

Tarih geçmişteki olaylara ait bilgilerin keşfi, toplanması, bir araya getirilmesi ve sunulması bilimidir. Tarihi bilgi, geçmişteki olaylara ilişkin tüm bilgilerin, olayların vuku bulduğu dönemin şartları göz önüne alınarak, mümkün olduğunca nesnel bir şekilde sunulması ile oluşur.

ORTADOĞU’NUN TANIMI VE ÖNEMİ:

Orta Doğu, güneybatı Asya'da, tarihsel ve kültürel yakınlığı olan ülkelerin oluşturduğu coğrafi bölgeye denir. Akdeniz'den Pakistan'a kadar uzanır ve Arap Yarımadası'nı kapsar. İngilizlerin 19. yy. da kullanmaya başladıkları bir kavramdır.

ÖNEMİ

1- Birçok medeniyetin beşiği durumunda bulunması,

2-Doğu ile Batıyı birbirine bağlayan ticaret yollarının kavşağında yer alması

3-Çeşitli yeraltı ve yerüstü zenginliklere sahip olması Ortadoğu’nun Paylaşılması

ORTADOĞU İngiltere Arap halkını Osmanlı Devletine karşı ayaklandırmak için, özellikle Mekke Şerifi Hü-seyin ile bir takım anlaşmalara girişmiş ve ona bir Arap İmparatorluğu vaat etmek suretiyle Arapların bağımsızlık duygularını kışkırtmıştı. Fakat bir yandan bunu yaparken, öte yandan da 1916 yılında Rusya ve Fransa ile yaptığı anlaşmalarla Orta Doğu bölgesinin, yani Arap ülkelerinin kendisiyle Fransa arasında paylaşılmasını kabul ettirmişti. Fakat Bolşeviklerin Çarlığın gizli an-laşmalarını açıklaması, Orta Doğu'daki İngiliz-Fransız tasarıları bakımından soğuk bir duş oldu. Bunun arkasından 14 Nokta'yı Müttefiklerin de kabul etmeleri dolayısıyla Başkan Wilson da bu gizli anlaşmaları tanımayacağını belirtince, İn-giltere ile Fransa 7 Kasım 1918 de Orta Doğu hakkında bir ortak bildirge yayınladılar. "Uzun zamandan beri Türklerin zulmü altında yaşayan hakların kurtuluşu için" savaştıklarını belirten iki devlet, Orta Doğu memleketlerinde, halkların kendi serbest seçimlerine dayanan milli hükümet ve idareler kuracaklarını bildirdiler. Hâlbuki bu iki sömürgeci devlet Arap halklarını ikinci defa aldatmışlardı. Hicaz Kralı Hüseyin, oğlu Faysal’ı büyük ümitlerle Paris barış konferansına göndermiştir., İngiltere ve Fransa, Hüseyin'in Suriye üzerindeki monarşisini tanımakla beraber, Arap memleketlerinde manda rejiminin kurulmasına karar verdiler.                                                                                                                          1920 Nisanında toplanan San Remo konferansında da İngilte-re ve Fransa, Amerika'nın bu konferansa katılamamasından da yararlanarak, Orta Doğu'daki manda rejimlerini aralarında paylaştılar. Suriye ve Lübnan Fransız, Irak, Ürdün ve Filistin de İngiliz mandalarına verildi. San Remo konferansı ‘nda  Filistin' Suriye'den ayrıldı ve Suriye ve Lübnan Fransız mandasına verildi. Fransa Suriye üzerinde kontrolünü kurabilmek için 90.000 kişilik bir kuvvet sevk etmek zorunda kaldı. 1936 da Faşist İtalya'nın Habeşistan'ı ele geçirmesi ve Nazi Almanyası ile Faşist İtalya Ortadoğu memleketlerinde İngiltere ve Fransa aleyhine yoğun bir propagandaya giriştiklerinden, 1936 Eylülünde Suriye ve 1936 Kasımında da Lübnan ile ittifak antlaşmaları yaparak her iki memleketten çekilmeyi kabul etti.

Filistin: Araplar için bir başka hayal kırıklığı da, Filistin'in Suriye'den ayrılarak İngiltere'nin mandası altına konması ve İngiltere'nin de, Filistin'de bir Yahudi anavatanı kurulması için almış olduğu sempatik davranış oldu. Yahudilerin Filistin'de bir anavatana sahip olma faaliyetleri, yani SİYONİZM HAREKETİ, 1880'lerde Rusya'da ortaya çıkan Yahudi aleyhtarlığı karşısında Rusya Yahudilerinin Filistin-'e göç etmek zorunda kalmaları ile başlamış ve Budapeşte'li Yahudi gazeteci Dr. Theodor Herzl'in 1896 da yayınladığı "Yahudi Devleti" adlı eseriyle hızlanmıştır. HERZL 1897 DE DÜNYA SİYONİST TEŞKİLATI'NI KURMUŞTUR.                                                               , BALFOUR DEKLARASYONU YAHUDİLERİN ANAVATAN DAVASINDA BİR DÖNÜM NOKTASI OLMUŞTUR. İNGİLTERE DIŞİŞLERİ BAKANI BALFOUR, 2 KASIM 1917 DE, SİYONİST FEDERASYONU BAŞKANI ZENGİN BANKACI LORD ROTHSCHİLD'A GÖNDERDİĞİ BİR MEKTUPTA İNGİLTERE'NİN FİLİSTİN'DE BİR YAHUDİ ANAVATANININ KURULMASINI KABUL ETTİĞİNİ RESMEN BİLDİRMİŞTİR. BUNA KARŞILIK, SAN REMO KONFERANSINDA İNGİLTERE'NİN FİLİSTİN'İN MANDASINI ELİNE GEÇİRMESİ VE İLK GÜNDEN İTİBAREN YAHUDİLERİN FİLİSTİN'E GÖÇ ETMELERİNE GÖZ YUMMASI, ARAPLAR ÜZERİNDE SERT TEPKİ YAPTI.                                                                            ARAPLARLA YAHUDİLER ARASINDA SİLAHLI ÇATIŞMALAR BAŞLADI. BU ÇATIŞMALARIN EN ÖNEMLİLERİ 1921, 1929, 1933 VE 1937–39 YILLARINDA OLMUŞTUR. ALMANYA'DA HİTLER'İN İKTİDARA GEÇTİKTEN SONRA YAHUDİ DÜŞMANLIĞI POLİTİKASINA BAŞLAMASI İLE ALMANYA VE İTALYA DA FİLİSTİN'DEKİ ARAPLARI YAHUDİLERE KARŞI KIŞKIRTMIŞLAR VE ARAPLARA, GİZLİ OLARAK, PARA VE MALZEME YARDIMINDA BULUNMUŞLARDIR. 1937 DE BAŞLAYAN ÇARPIŞMALAR SIRASINDA, 1938 YILINDA, 3.717 ARAP VE YAHUDİ ÖLMÜŞ BULUNMAKTAYDI. 1937 DE BAŞLAYAN AYAKLANMA ANCAK 1939 MAYISINDA SONA ERDİRİLEBİLMİŞTİR. ARAPLARIN TEPKİSİNDE ROL OYNAYAN ETKENLERDEN ÖNEMLİ BİRİ DE, FİLİSTİN'E YAPILAN YAHUDİ GÖÇLERİ OLMUŞTUR. HER NE KADAR, İNGİLTERE MANDATER DEVLET OLARAK BU YAHUDİ GÖÇÜ İÇİN BAZI SINIRLAMALAR KOYMUŞ İSE DE, 1922 YILINDA 590.000 ARABA KARŞI 84.000 KADAR OLAN YAHUDİ SAYISININ, 1932 DE 770.000 ARABA KARŞILIK 181.000'E YÜKSELMESİNE ENGEL OLAMAMIŞTIR. 1933–35 YILLARI ARASINDA FİLİSTİN'E 134.540 YAHUDİ GÖÇ ETMİŞTİR. BU ANİ YAHUDİ GÖÇÜ, FİLİSTİN ARAPLARINI DAHA DA KORKUTMUŞ VE BUNUN İÇİNDİR Kİ 1937–39 ÇARPIŞMALARI HEPSİNİN EN ŞİDDETLİSİ OLMUŞTUR., İNGİLTERE, 1939 MAYISINDA YAYINLADIĞI BİR PLANDA, ON YIL İÇİNDE FİLİSTİN'E BAĞIMSIZLIK VERECEĞİNİ BİLDİRMİŞ VE FİLİSTİN'E YAHUDİ GÖÇÜNÜ DE BEŞ YILLIK BİR SÜREDE 75.000 SAYISI İLE SINIRLAMIŞTIR. GÖÇÜN SINIRLANMASI YAHUDİLERİN HİÇ HOŞUNA GİTMEDİĞİ GİBİ, ARAPLAR DA BU PLANI TATMİN EDİCİ BULMAMIŞLARDIR. FİLİSTİN, 2'İNCİ DÜNYA SAVAŞINA BU ŞARTLAR İÇİNDE GİRDİ.                                                                                                                                          FİLİSTİN MESELESİNİN 1930'LARDAN İTİBAREN ŞİDDETLENMESİNDE, 1930 DA IRAK'IN VE 1936'DA DA SURİYE'NİN HUKUKEN BAĞIMSIZLIKLARINI ALMASINDAN SONRA FİLİSTİN ARAPLARIYLA YAKINDAN İLGİLENMELERİNİN DE ÖNEMLİ ETKİSİ OLMUŞTUR.

 

IRAK: SAN REMO KONFERANSI İLE IRAK'IN MANDA İDARESİ DE İNGİLTERE'NİN ELİNE TESLİM EDİLMİŞTİR. DAHA İLK GÜNLERDE BELİREN IRAK MİLLİYETÇİLİĞİ KARŞISINDA İNGİLTERE 10 EKİM 1922 DE IRAKLA BİR ANTLAŞMA İMZALAMIŞTIR. BU ANTLAŞMA İNGİLTERE’YE IRAK'IN İÇ VE DIŞ İŞLERİNİN İDARESİNDE GENİŞ YETKİLER VERMEKTEYDİ. BU ANTLAŞMA IRAK MİLLİYETÇİLERİNİN BASKISINI HAFİFLETMEYİNCE, 14 ARALIK 1927 DE, IRAK ÜZERİNDEKİ KONTROLÜNÜ BİRAZ DAHA GEVŞETEN İKİNCİ BİR ANTLAŞMA YAPTI.                                                                                                                                    NİHAYET 30 HAZİRAN 1930 ANTLAŞMASI İLE IRAK'A TAM BAĞIMSIZLIK   TANIDI.                             BU ANTLAŞMA İLE, İNGİLTERE İLE IRAK DIŞ POLİTİKADA DAİMA BİRBİRLERİNE DANIŞACAKLAR, BİR SALDIRI HALİNDE İNGİLTERE IRAK'A YARDIM EDECEK VE IRAK ORDUSUNU İNGİLTERE YETİŞTİRECEKTİ.

ÜRDÜN: ÜRDÜN, KRAL FAySAL’IN BÜYÜK SURİYE KRALLIĞINA DAHİLDİ. 1922 EYLÜLÜNDE MİLLETLER CEMİYETİNİN KARARI İLE AYRI BİR ÜRDÜN DEVLETİ KURULDU VE BU DEVLET İNGİLTERE'NİN MANDASINA VERİLEREK BAŞINA FAySAL’IN KÜÇÜK KARDEŞİ ABDULLAH GETİRİLDİ.. ÜRDÜN 22 MART 1946 DA İNGİLTERE İLE YAPTIĞI BİR İTTİFAK ANTLAŞMASI İLE BAĞIMSIZLIĞINI KAZANMIŞ VE ÜRDÜN EMİRLİĞİ, ÜRDÜN KRALLIĞI OLMUŞTUR. 15 MART 1948DE YAPILAN YENİ BİR ANTLAŞMA, 1946 ANTLAŞMASININ YERİNİ ALMIŞTIR. BU ANTLAŞMA-DAN SONRA ÜRDÜN'ÜN YENİ ADI HADİMİ ÜRDÜN KRALLIĞI OLMUŞ-TUR.

 

MISIR:OSMANLI DEVLETİNİN I. DÜNYA SAVAŞINA KATILMASI ÜZERİNE İNGİLTERE, İKİ OSMANLI TOPRAĞI ÜZERİNDE egemenlik haklarını kurmuştur. Bunların birincisi, 5 Kasım 1914 de Kıbrıs'ın İngiltere İmparatorluğuna ilhak edilmesi olmuştur. İkincisi de 18 Aralık 1914 de Mısır üzerinde himaye kurmasıdır. Savaş sırasında Mısır'ın İngiltere için askeri bir üs haline gelmesi ve İngiliz, Avusturya ve Yeni Zelanda askerlerinin adeta istilasına uğraması Mısırlıların gururlarına dokunduğu kadar, Başkan Wilson'un 14 Noktası da Mısırlıların bağımsızlık ümitlerini kuvvetlendirdi.. Bunun üzerine Said Zaglül'ün 1919 başlarında kurduğu Vafd Partisi, İngiltere’ye karşı milliyetçi hareketin öncülüğünü ele aldı. İngiltere Zaglul ile diğer Vafd liderlerini Malta adasına sürdü. Fakat bu olay, ayaklanmayı yatıştıracağı yerde, büsbütün şiddetlendirdi. Bu durum karşısında İngilizler Zaglul'ü ve arkadaşlarını serbest bırakarak, onlarla, bir antlaşma düzeni üzerinde görüşmelere girişti1921 yılında yine ayaklanmalar çıktı. Vafd Partisi ile anlaşamayacağını gören İngiltere, 28 Şubat 1922 de yayınladığı bir deklarasyonla, Mısır'ın bağımsızlığını ilan etti ve Hıdiv I. Fuat da bu deklarasyonu kabul ile Kral (Melik) unvanını aldı. İngiltere Mısır'ın bağımsızlığını ilan etmekle beraber, Mısır'ın Süveyş Kanalı'nın ve Mısır'daki yabancıların haklarının savunmasını üzerine alıyor ve Sudan üzerindeki kontrolünü elinde tutuyordu.

 

Arabistan:I. Dünya Savaşının ertesinde Arabistan yarımadasındaki en önemli gelişme Suudi Arabistan'ın kurulması olmuştur. Müslümanlığın fanatik kolunu teşkil eden Vahhabiler, Suud ailesinin liderliğinde, yarımadanın batı kısmındaki Necd'e egemen bulunuyorlardı. Necd Sultanı Abdülaziz İbni Suud, XX'inci yüzyılın başından itibaren, komşu kabilelerle mücadele ederek topraklarını genişletmeye başladı. İngiltere 1915 Aralık ayında Abdülaziz ile yaptığı bir anlaşma ile, Necd'in tarafsızlığı karşılığında, bu yeni sınırları tanıdı. İngiltere'nin arzusu, Abdülaziz'in İngiltere’yi Basra'da rahatsız etmemesiydi. Savaşla beraber, Necd Sultanı Abdülaziz ile Mekke Şerifi Hüseyin arasında bir rekabet başladı. Hüseyin, İngiltere ile yaptığı anlaşmalara dayanarak 1916 Ekiminde kendisini "Arap Memleketlerinin Kralı" ilan edince, bu rekabet daha da şiddetlendi. Savaştan sonra, Hüseyin'in bir oğlunun Irak, diğer bir oğlunun Ürdün ve kendisinin de Hicaz Kralı olması, Haşimi ailesine Arap dünyasında büyük bir ağırlık sağlıyordu. Abdülaziz bundan da hoşlanmadı. Nihayet, 3 Mart 1924 de Türkiye'de Hilafetin ilgası üzerine Hicaz Kralı Hüseyin'in 7 Mart 1924 de kendisini Halife ilan etmesi bardağı taşıran damla oldu. Abdülaziz 1924 Ağustosunda Hicaz'a savaş açtı. Ekim ayında Suud kuvvetleri Mekke’ye girdi. Hüseyin, oğlu Ali lehine tahttan feragat ederek, İngilizlerln yardımı ile Kıbrıs'a kaçtı. 1931'de de öldü. Oğlu Ali Abdülaziz'e karşı bir süre dayandıysa da, 1925 Aralık ayında Cidde'nin de Suudların eline geçmesiyle bütün Hicaz Abdülaziz'in eline düşmüş oluyordu.                                                                Abdülaziz İbni Suud, 1926 Ocak ayında kendisini "Hicaz Kralı " ilan etti. 1932'de de bütün bu topraklar üzerindeki Suud egemenliği Suudi Arabistan Krallığı adını aldı. Suudi Arabistan 1933 ve 1936 da Amerikan petrol şirketi Aramco'ya (Arabian-American Oil Company) petrol imtiyazları vermiştir ki, bu Birleşik Amerikan'ın Orta Doğu'ya girmesinin başlangıcını teşkil eder.

 

 

Nitekim, bölgede bulunan ulusların çoğunluğunu meydana getiren Araplar arasında dayanışmayı güçlendirmek için, "Büyük Arap Devleti" düşüncesi, bu koşullar altında yeniden ortaya çıktı. Bu ideolojinin önderliğini de, 23 Temmuz 1952'de Mısır'da krallığı yıkan Cemâl Abdül Nasır yapmaktaydı. Nasır, 1956 yılında Süveyş Kanalı'nı devletleştirerek, Batı devletleriyle, özellikle İngiltere ve Fransa ile aralarındaki köprüleri tamamen yıktı.

Bunun üzerine, İngiltere ve Fransa, aynı yılda (1956) İsrail'i Mısır'a saldırttılar ve kendileri de buna katılarak Süveyş Harekâtı'nı başlattılar. Ancak bu saldırıyı, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği karşı çıkarak önlediler. Bu da, bu iki büyük devletin bölgedeki etkilerini çoğalttı ve bundan böyle Ortadoğu yeni gelişmelere sahne olmaya başladı.

 

D. UZAK DOĞU’DA YENİ BİR GÜÇ: JAPONYA

Japonya,da XIX. yüzýılın ikinci yarısına kadar derebeylik (feodalite) düzeni hâkimdi.

Japonya, dış dünyaya kapalı bir ülkeydi. şogun adı verilen ordu komutanı, bu derebeylerin en güçlüsünden seçiliyordu. Asıl güç Şogun un elindeydi.

Batılı devletler ticari gerekçelerle Japonya’yı kapılarını kendilerine açması için zorlamaya başlayınca 1854’te Batılı devletlerle ticari anlaşmalar yapıldı. Ancak Japonya’nın Batı’ya açılımı, ülkede tepkiyle karşılandı ve anlaşmayı imzalamakla suçlanan şogun yönetimi, ülke üzerindeki etkisini kaybetti. 1867’de genç yaşta tahta geçen imparator Mutsuhito’nun aydınların Batı tarzı yenilikler yapılması fikirlerine destek vermesiyle Japonya’da “Meiji Restorasyonu” denilen reform süreci başlamış oldu.

1.1868’de feodal düzen yıkılarak Batı tarzı hükûmet kuruldu.

2.Hukuk sisteminde reform yapılarak Prusya-Alman modeline dayalı yeni bir anayasa oluşturuldu.                             3.Eğitim alanında yapılan yenilikler sonucu yüksek bir okur yazarlık oranına ulaşıldı.

4.Takvim değiştirildi.                                                                                                                                                                                                                                                                  5.Giyim kuşamda Batı örnek alındı                                                           6. Çağdaş bir bankacılık sistemi oluşturuldu.

7.Japon donanmasının kurulmasında İngiltere Krallık Donanması’ndan faydalanıldı.

 8.Japon subayları batılı askeri ve donanma akedemilerine gönderildiler.                                                                                                    9.Dışardan çağdaş silahlar satın alınırken yerli bir silah sanayisi de kuruldu.                                                                     10.Devlet, ulaşım ve haberleşmeye önem vererek demir yolu ağı, telgraf hatları ve deniz yollarının oluşturulmasını özendirdi.                                                                                                   11.Ağır sanayi, demir-çelik ve gemi yapımcılığı  geliştirilirken tekstil sanayi de çağdaş seviyeye getirildi. 12.Devlet Japon girişimcilerle ortak çalışarak ihracatçılara, sanayicilere ve deniz taşımacılığına her türlü desteği sağladı.

Japonya’nın ihracatı, özellikle ipek ve tekstil dalında yükselişe geçti. Tüm bu gelişmelerin ardında “güçlü ordusu olan zengin bir ülke olma” ideali vardı.

Japonya XIX. Yüzyıl’ da Asya kıtasına ulaşmak için yayılmacı bir politika izlemeye başladı.

Çin’in yönetimindeki Kore’yi ele geçirmek isteyince Çin’le karşı karşıya geldi. İki devlet arasında yapılan savaşta galip gelen Japonya, Batılı devletler ve Rusya’nın

tepkisi nedeniyle elde ettiği toprakları Çin’e geri verdi.

 

Çin toprakları Japonya ve Rusya arasında rekabet alanı hâline geldi. Rusya ile Japonya arasında v

1904-1905 saVaşı çıktı. Rusya bu savaşta yenilerek Çin ve Kore üzerindeki etkisini ka
ybetti. Japonya bir süre sonra Kore’yi topraklarına katarken Rusya ve Çine karşı elde ettiği başarılarla Uzak Doğu’da yeni bir güç olarak ortaya çıktı.